Hüsran-ı Yaşam

Mantığımıza uysa da, uymasa da yaşıyoruz. Yaşama sanatı çok iyi icra ettiğimiz söylenemez, zira ölümün ruhumuzu ne zaman ziyaret edeceğinden bi’ haber yaşamakla geçiyor ömrümüz. Ruhumuzdaki tarif edilemeyecek acılar, kalbimizde henüz doğmaya yüz tutmuş bütün olumlu hisleri yok ediyor ve insanoğlu bunu ‘’yaşamak’’ diye adlandırıyor. Ölüme gelirsek, Jean-Jacques Rousseau ölümü kötü insanın yaşamının sonu, doğru insanın ise yaşamının başlangıcı olarak tanımlamıştı yıllar önce. Sartre Sözcükler’de ‘’Ölmek her şey demek değildir; zamanında ölmek gerekir’’ demişti babasının ölümüne ithafen. Peki nedir bu anlamlandıramadığımız tam zamanında ölmenin acısı?

Olay aslında şundan ibaret, yaşamın sonu herkes için başkadır, bazıları sevmeyi bırakır, bazısı umutlarını, diğerleri bedenlerini… Bazılarımız intiharı doğarken seçmiştir, bazılarımız için intihar iki dudak arasındaki uçurumdan ibarettir. Ruhumuzdaki çaresiz keder ve umutsuzluğun derinliği içimize nükseder bazen, hiçbir şeyden keyif alamayışımız da bundandır. Kalbimize yirmi yaşında sıktığımız bir kurşunla kırk yaşında ölüyoruz tıpkı Camus’nun dediği gibi.

Rimbaud’nun bacağı kanserden kesilip öldüğünde henüz 37 yaşındaydı, Camus’nun araba kazası onu 45 yaşında aramızdan almıştı. Ya da ata işkence edildiğini görüp, ölümüne dek 12 yıl konuşmayan Nietzche’nin 55’inde bizi terk edişi… Yaşamın anlamını ya da anlamsızlığını yaratmak, onu oluşturmak, bizim insiyatifimizde. Örneğin, Dostoyevski, yaşamın anlamını sevmeden önce, yaşamı sevmek gerekir, der. Oğuz Atay’a göre anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram bulunamaz.

Yaşamın anlamını oluştururken geçmişteki yara izlerimizden haritalar çizeriz kendimize. Bazı acılarımızı, bazı serzenişlerimizi ayrılık bile unutturamaz bize. Kirpik uçlarımızdan yıldızlara kadar dolmuşuzdur, hayat ki o denli çekilmez gelir. Bazı kararlarımızı gururumuzun doğurduğu acılardan, çektiğimiz vicdan azaplarından oluştururuz. Yaşamı tahayyül ettikçe ölümü, ölümü tahayyül ettikçe de yaşamayı unuturuz.

Bırakın ölüler yaşayanları gömsün der Nietzsche. İnsan ne kadar yaşarsa, gerçek anlamda yaşamak o denli zorlaşır. Yıllar eski bir şarap misali, bizi acılaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Boşuna dememiş Sartre, insan yirmi yaşında kendini öldürmeli diye. Yaşamanın, yaşamın, bir anlamı yok. Bu yüzden ölümün de anlamı yok. Geleceğimiz ile hayallerimiz arasındaki mesafenin bir süre sonra katlanılmaz hale gelmesi ve bu sırada yaşamın ve ölümün anlamsızlığının net bir şekilde ortaya konması ve bir şekilde teslimiyetimize delalet etmekte ve biz hala her şeyden habersiz nefes almaktayız…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir