ROMA DÖNEMİ: AYASOFYA AÇILIYOR

Batı Anadolulu iki mimar Trallesli (Aydın) Anthemios ile Miletoslu (Milet-Balat) Isidoros dünyanın en ilgi çekici yapılarından birine imza atmıştır. Peki Ayasofya tarihi seyirde nelere şahit oldu ve neler yaşadı?
Mısır’da Heliopolis’ten sekiz büyük kırmızı porfir sütun, Batı Anadolu’da Efesos’ta (Ayasuluk-Selçuk) Artemis Mâbedi’nden, Kyzikos (Kapudağ yarımadası) ve Suriye’de Ba‘lebek’ten sütunlar ile 10.000 işçinin çalışmasıyla birlikte 6 yılda tamamlanan bu yapı 27 Aralık 537 günü büyük bir törenle açılmıştır.

Kubbenin çapı yaklaşık 31-33 metredir. Bu büyük kubbenin ağırlığının baskısını karşılamak üzere ademeler halinde inen ve ufalan yarım kubbeler yapılmış, pâyeler ve kemerlerle tonozlar yardımıyla karşılanmıştır.
557 yılındaki deprem nedeniyle kubbenin bir kısmı çökmüştür. 6,25 metre kadar yükseltilerek çözümlendikten sonra 24 Aralık 562’de yeniden açılmıştır. 986’daki depremde yeniden çöküntüler yaşanmış ve 6 yıl süren tadilattan sonra yeniden açılmıştır.
1200 yılında İstanbul’a gelen bir ziyaretçi Ayasofya’nın hazinelerini şöyle anlatmıştır: “Büyük sunağın üzerinde İmparator Konstantin’in değerli taşlar ve incilerle süslenmiş tacı asılıdır… Diğer imparatorların taçları ise tamamı gümüş ve altından yapılmış olan kiboriumun etrafına asılmıştır…
1204 YILI HAÇLI SEFERİ ZAMANI: İSTANBUL TAHRİP EDİLİYOR

1204 yılına gelindiğinde normalde Türkleri ve müslümanları kovup değerli eşyalara ulaşmak için yola çıkmış olan haçlılar aralarındaki mezhep farkı ve çeşitli anlaşmazlıklardan dolayı İstanbul’u yağlamaya girişmişler, İstanbul ellerinden çıkmıştır. O dönemde İstanbulu, Trakya’yı ve Yunan topraklarının bir kısmını içine alan Haçlıların bölgesine Latin İmparatorluğu, başkenti İznik olmak üzere güney ve kuzeydoğu Marmara’da toprakları olan Doğu Roma İmparatorluğuna ise İznik İmparatorluğu denmiştir.
İSTANBUL’DA 2. DOĞU ROMA DÖNEMİ
İstanbul’un nüfusu başta olmak üzere birçok önemli eseri çalıp yağmalayan Haçlılar Ayasofya’ya da zarar vermişlerdir. İstanbul tekrar Ortodoks Doğu Romalıların eline geçince 1317 yılında Ayasofya yeniden tadilat görmüştür. Ancak bu tadilatlar yetersiz kalmış ve 19 Mayıs 1346’da sebepsiz olarak doğudaki başkemerle kubbenin bir parçası çökmüştür.
1402’de Emir Timur’un yanına İspanya Krallığı emriyle elçilik görevini yapmak için dinlenmek üzere İstanbul’a gelen İspanyol elçisi Ruy Gonzáles de Clavijo, Ayasofya’yı harap ve bakımsız bir halde görmüş ve hatıratına düşüncelerini işlemiştir.
Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinin bir yazmasından öğrenilen, fakat başka kaynaklarda bulunmayan bilgiye göre, İstanbul’un fethinden birkaç yıl önce yine bir depremde zarar gören Ayasofya’nın kuzey tarafını tamir etmek üzere Ali Neccâr adındaki Türk mimarı Edirne’den İstanbul’a gönderilmiştir. Gerekli takviyeyi yapan mimar Edirne’ye dönüşünde müstakbel minarenin kaidesini de hazırladığını açıklamıştır (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)
1453 – ∞: İSTANBUL’DA TÜRK DÖNEMİ

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde şehrin tahribatını engellemek amacıyla 3 günlük yağma hakkını yarıda kesmiş ve değerli eserlerin zarar görmesini engellemek isteyerek Haçlılar’ın Latin İmparatorluğu dönemine göre çok daha hoşgörülü ve eserlere saygısı olduğunu göstermiştir. Hatta Ayasofya’nın Latin ve Doğu Roma dönemlerinden dolayı harap hali hakkında hüzünlü ifadeler kullanmıştır.

Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra zarar gelmemesi amacıyla camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakfetmiş, yanına sonraları çok değişikliğe uğrayan bir de medrese yaptırmıştır.
II. Bayezid dönemine ait olduğu iddia edilen güneydoğu köşedeki yivli minare Mimar Sinan’ın eseridir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Budin’in fethi üzerine oradaki başkiliseden alınan tunç şamdanlar, üzerine manzum birer kitâbe yazılarak 1526’da Ayasofya’da mihrabın iki yanına yerleştirilmiştir.
II. Selim de Ayasofya’ya büyük ilgi göstermiş, Bizans devrinden beri narteks kısmında duvara yapıştırılmış olarak duran taşa işlenmiş levhalar halindeki uzun bir karar metnini de tercüme ettirmiştir. Ayrıca yine bu dönemde Ayasofya’nın etrafı onu saran ve yapıya zarar veren evlerden kurtarılmış, Mimar Sinan tarafından takviye payandaları yapılarak yapının çökmesi önlenmiştir.
II. Murad zamanında da kuzeydeki iki minare ile minber, kürsü ve mahfil ilâve edilmiş, Bergama’da bulunan İlkçağ’dan kalma yekpâre mermerden oyulmuş iki büyük küp getirtilerek caminin içine şadırvan yapılmıştır.
Genel anlamda Türk devrinde Ayasofya’nın süslenmesine devamlı surette gayret edildiğinden 1607’de çini olarak mihrap duvarına besmele-i şerif yazılmıştır. 1847-1849 yılları arasında Sultan Abdülmecid’in emriyle geniş ölçüde bir tamire girişilmiştir. 1894 depreminde Ayasofya da zarar görmüş, duvarlarında bazı çatlaklar belirmiş, büyük mozaik satıhları sıva ile birlikte dökülmüştür. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde 1926 yılında tahrip olunan yerleri sağlamlaştırmak amacıyla tadilat görmüştür.
ÜLGEN
Bir yanıt yazın