
VAZİYET
1919 yılına gelindiğinde Osmanlı’nın içinde bulunduğu grup savaşta yenilmişti. Memleket felakete sürüklenmiş haldeydi. Bu duruma düşürenler ise Atatürk’ün de deyimiyle “canlarının derdine düşerek” ülkeden kaçmışlardı. Atatürk’ü Samsun’a ülke topraklarındaki işgale direnen halkın direncini kırıp, ellerindeki silahları toplamaları için yollamışlardı. Dönemin din hocalarına Kuvayımilliyeciler’i öldürmenin helal olduğu ve işgale karşı direnmeyip halifenin yanlarında olmaları gerektiği gibi fetvalar verdikleri de söylenir. Ancak o görevinin tam tersini uygulayıp canı pahasına olsa da takvimler 19 Mayıs 1919’u gösterdiğinde milli mücadeleyi başlatmıştı. Ona da 24 Mayıs 1920’de idam fermanı çıkaracaklardı.
Atatürk ve silah arkadaşları memleketin her köşesine gidip halkı işgallere karşı bilgilendirmişlerdi. Ulusal kurtuluşun sesini boğmaya olanak yoktu. Havza’dan Amasya’ya, Erzurum’dan Sivas’a kurtuluş ateşi hızla yanıyor, halk direnişini arttırıyordu. Bu mücadelede Atatürk, o çok sevdiği askerliğinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Toplantılardan birinde yine üniformasıyla gelişmişti. Üniformayı bırakmasını gerektiğini söyleyenlere başka kıyafetim yok da diyememişti. Toplantıdan sonra ikinci el kıyafet satın alarak kongreye katılmıştı.


MECLİS’İN AÇILIŞI
Direnişin halk desteği etkisini sürekli arttırıyordu. Bu direnişi yönetecek makam da 23 Nisan 1920 yılında açılarak bütün sivil ve askeri makamların tek muhatabı ortaya konmuştu. Doğu’da, Kazım Karabekir’in büyük gayretleriyle, Ermeniler tarafından işgal edilen Kars Kalesi alınmıştı. Yunan ordusu da meclisin açılmasından sonra işlerini kan ve ateşle görmek istemişti. İsmet Paşa, Yunan’ın tuzaklarını askeri zekasıyla yenmişti. İlk defa resmi olarak kazanılan bu muharebeyi Yunanlılar yediremedi. Sonuçta karşılarında “Hasta Adam” güçsüz ve boyun eğmiş şekilde duruyordu kendilerince. Ancak Türk’ün güveni kendisine çoktan gelmişti. II. İnönü adı verilen savaşı da kazanmışlardı. İsmet Paşa ve ordusu, yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yenmişti.
YUNAN İŞKENCELERİ
Yunan ordusu, zannettikleri gibi “Hasta Adam” olmayan Türk’e karşı iki kere yenilmenin hiddetiyle işgal bölgelerinde halka daha acımasız davranmaya başlamıştı. İşgallerinin başından beri kadınlara ve kız çocuklarına tecavüz ediyorlardı. Sırf zevk için zorla Türk kadınlarını oynatmaya çalışıyorlardı. Üryan şekilde bırakılan erkeklere zorla kendi eşlerini dövdürtme emri veriyorlardı. Anneleri erkek evlatlara peşkeş çekmek istemişlerdi. Evlatları yapmadığı için süngülerle öldürülmüşlerdi. Bebekleri süngü ucuna takıp ateş üstünde kül olana kadar yakıyorlardı. Genç kızların göğüslerini kesmekten zevk alıyorlardı. Bazı bölgelerde çocukları annelerinin gözleri önünde süngüye takıp diri diri ateşe atıyorlardı. Yüzlerce masum insanı evlerin içlerine tıkıp ateşe veriyorlardı. Yaşça büyük bir kadını da küçük küçük parçalara ayırıp sonrasında toplamış, üstüne de kesik kafasını koymuşlardı. Bu işkenceleri yaptıkları köylerde bulunan yollarda insan cesetlerinden ve kandan yürümek bile zor hale gelmişti.
Kütahya – Eskişehir’de de daha donanımlı, daha dinç ve daha kalabalık olmaları bu sefer işlerine yaramış, Türk ordusunu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekmeyi başarmışlardı. Büyük Millet Meclisi, Atatürk’ü orduyu komuta etmesine uygun gördü. Nihayetinde Trablusgarp’ta kendini kanıtlayan, Doğu’da Ruslar’ın ilerlemesine karşın çelik gibi duran, Çanakkale’de tarih yazan, Samsun’a çıkan, Kuvayımilliye’yi tek çatı altında toplayan oydu. Bu sorunu çözüme kavuşturan da yine o olacaktı.

Hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Tekalif-i Milliye emirleri çıkartılarak savaşan savaşmayan herkes her şeyini koyuyordu ortaya. Zafer sarhoşluğu yaşayan Yunan ordusu, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın önünde ezileceğinden bihaberdi. Paşa onları 100 km içeriye çekerek yoracak, vatanın harim-i ismetinde boğacaktı.

22 gün 22 gece sürecek savaş, Paşa’nın stratejist zekasına göre dizayn edilmişti. Diğer savaşlarda olduğu gibi savaşta yenilgi ihtimali varsa, kaybedilen taburların yerleri doldurularak düzenli geri çekilme olmayacaktı. Küçük büyük her birlik bulunduğu yeri koruyarak savaşacaktı. Özet olarak herkes son nefesine kadar çarpışacaktı.
Türkler, savaşta farklı stratejileri gören ve ona göre plan hazırlamak isteyen Yunan ordusunu vakit kaybetmeden kovalamaya başlamıştı. Hiç duraksanmadı veya dinlenilmedi. Devamında millet, 300 yıllık savunma ve geri çekilme durumundan saldırı durumuna geçti. İşte Sakarya Meydan Muharebesi böyle kazanıldı.


Ordunun belli kısmı yok olmuştu. Halk savaştan dolayı bıkmış haldeydi. Büyük Millet Meclisi’nde Paşa’ya karşı muhalefet edenler seslerini daha yüksek sesle belirtir hale gelmişlerdi. Bunlara rağmen umutları yine ona bağlıydı ve başkomutanlık rütbesi uzatılmıştı. O, planlarının gizliliği için hiçbir şey yapmayan bir başkomutan gibi davranarak Ankara’da verilecek olan çay partisine de katıldığını duyurmuştu. Osmanlı Devleti dahil herkes böyle zannederken zafere giden yoldaki son savaşı gizlilik içinde planlayıp harekete geçirdi.
ZAFER
Yunan ordusunun Türkler’in ilerleyişini fark etmemesi için geceleri yürüyüşe geçen ordu, 26 Ağustos gecesi Yunan kuvvetlerinin berisine intikale başladı. Sabaha karşı ani bir taarruz emriyle Büyük Taarruz başladı. İngiliz Mareşali Charles Townshend’ın “Türkler bu hattı 6 ayda geçerlerse, 6 günde geçmiş gibi sayılmalıdır” dediği hat da çoktan geçiliyordu. Günler, Yunan ordusuna vurulan başarılı darbelerle geçiyordu. 30 Ağustos günü de Başkomutan Meydan Muharebesi yaşandı ve orduların ilk hedefi artık Akdeniz’di. Kaçan Yunan ordusunu kovalayarak şehirlerin birer birer kurtuluşa ermesini sağlamışlardı. Atatürk’ün “15 günde geri alacağız” dediği İzmir, 14. günde işgalden kurtulmuştu. O da, hayranlık duyduğu Emir Timur gibi kısa sürede İzmir’i Hristiyanlar’ın elinden almıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi o hiçbir zaman umudunu yitirmemişti. Hizmet ettiği imparatorluk ona idam fermanı çıkardı. Halkın direnişini arttırmak ve milli mücadeleyi hızlandırmak için gittiği memleketlerde bazen arkadaşlarından bile destek göremedi. Kırık kaburga kemikleri sebebiyle dinlenmesi önerilmişken, o kendi sağlığını bir kenara bırakıp savaş alanına gitti. Düşman komutanları çay partilerindeyken, o delik ayakkabıyla muharebelere katıldı. O, umutsuz insanların da umutlarının tekrar canlanmasını sağlayarak zafere giden yolda emin adımlarla ilerledi. Bu başarıların ve aydınlanmış idealistliğin hepimize örnek olması dileğiyle.

ÜLGEN
Bir yanıt yazın