Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı günlerinde, İznik şehrinde bir çini ustası olan Ali Usta, hayatını en güzel çinileri yapmaya adamıştı. Bir gün, Sultan’ın özel bir siparişiyle karşılaştı. Sultan, Topkapı Sarayı’nın yeni salonunu süslemek için, eşsiz ve göz alıcı çiniler istiyordu. Ancak bu çiniler, daha önce görülmemiş bir desene ve renge sahip olmalıydı.
Ali Usta, Sultan’ın isteğini yerine getirmek için gecesini gündüzüne kattı. Atölyesinde çalışırken, bir gece rüyasında bir mavi çiçek gördü. Bu çiçek, öylesine büyüleyiciydi ki, rüya bittiğinde bile gözlerinin önünden gitmedi. Ertesi sabah, usta, bu mavi çiçeği çinilere yansıtmak için kolları sıvadı. Ancak bu rüyadaki maviyi yakalamak hiç de kolay değildi. Çeşitli renk karışımlarını denedi, ancak bir türlü aradığı tonu bulamıyordu.
Umutsuzluğa kapıldığı bir gün, atölyesine genç bir kız olan Elif geldi. Elif, babasıyla birlikte köyünden şehir merkezine ilk kez geliyordu ve çini atölyesini görmeyi çok istiyordu. Ali Usta, Elif’in meraklı bakışlarını görünce ona atölyeyi gezdirdi. Elif, renkleri ve desenleri inceledikten sonra, Ali Usta’ya şöyle dedi: “Bana çocukluğumda gördüğüm mavi çiçekleri hatırlattınız. Bu çiçekler gökyüzü kadar maviydi. Belki de rüyanızdaki mavi çiçekleri bulmak için gökyüzüne bakmalısınız.”
Bu sözler, Ali Usta için bir ilham kaynağı oldu. Gökyüzünün mavisini yakalamak için farklı madenler ve boyalar denedi. Sonunda, aradığı rüya mavisini buldu. Bu renk, çinilere uygulandığında, çini yüzeyinde gökyüzü gibi parlıyordu. Sultan, Ali Usta’nın çinilerini gördüğünde çok etkilendi ve bu yeni salon, “Mavi Çiçekler Salonu” olarak adlandırıldı.
Bu olaydan sonra, İznik çinilerinde kullanılan bu eşsiz mavi ton, “Ali Mavisi” olarak anılmaya başlandı ve hala İznik çinilerinin en tanınmış özelliklerinden biri olarak kabul edilir.
BAYBARS
Bir yanıt yazın