YAZDIKÇA YANAN BİR KALEM: SABAHATTİN ALİ

Sabahattin Ali’nin adı geçtiğinde, çoğumuzun zihinde “Kürk Mantolu Madonna”nın yarım kalan aşkı canlanır canlanır. Ancak onun edebi kişiliği, yalnızca aşkın, yalnızlığın ya da melankoliniyi kapsamaz. O, bir yazar olmaktan önce vicdanlı bir yurttaş, dürüst bir anlatıcı ve halkı için kalemini kırmadan yazabilmiş bir aydındır. Onun hayatı da tıpkı kalemi gibi sivri, tehlikeli ve vatan sevgisiyle doludur. Çünkü Sabahattin Ali için vatan, sadece doğup büyüdüğü topraklar değil; aynı zamanda içinde yaşayan insanların adaletle, özgürlükle, onurla yaşayıp yaşamadığıdır.

“Benim Mesleğim Yazmak Değil, Düşünmek”: Aydınlanma İnadı

1907 yılında Eğridere’de (bugünkü Bulgaristan sınırlarında) dünyaya gelen Sabahattin Ali, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Anadolu’nun öğretmen ve münevver kadrosunda yer alan bir aydın olarak yetişir. Balıkesir Öğretmen Okulu’nu ve ardından Almanya’daki eğitimini tamamladıktan sonra Anadolu’da çeşitli yerlerde öğretmenlik yapar. Ancak yazdıkları, dönemin iktidarı tarafından tehlikeli bulundu; düşünmekle suçlanılmıştır.

“Ben daha çok kendi içimde yaşayan bir insanım. Bunun için size nazaran birkaç misli fazla yaşamış sayılırım.”
(İçimizdeki Şeytan, Ali, 1940)

Mapushane Yılları: Kalemini Eğmeyen Adam

Sabahattin Ali 1932 yılında Sinop Cezaevi’ne konar. Ancak demir parmaklıkların ardına sığmayan düşünceleri, insanları anlama ve anlatma çabası içten içe büyür. Hapishane onun kalemini susturmaz, yazma aşkı daha da artar.  Hapishane yıllarında yazdığı mektuplar ve şiirler, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir direnişin de belgesi olur.

“Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş.”
(Aldırma Gönül, Ali, 1933)

Vatan Sevgisi, Halkı Sevmekle Başlar

Sabahattin Ali için “vatan sevgisi”, hamasi söylemlerle değil, halkın acılarını dile getirerek gösterilir. Onun öykülerindeki karakterler; öğretmenler, köylüler, gariban memurlar, yaralı kadınlar, yorgun askerlerdir. Bu, seçilmiş bir tema değil, vicdanî ve vatani bir görevdir.

“Etrafımın sözlerine aklım ermedi, etrafım da bana asla kulak vermedi.
(Bütün Şiirleri, Ali, 1937)

Sürgün, Yoksulluk ve Ölüm: Sessiz Bir Veda

Sabahattin Ali, 1948 yılında Bulgaristan’a geçmeye çalışırken Kırklareli yakınlarında faili meçhul bir cinayete kurban gider. Mezarı ne yazık ki belli değildir. Onun ölümü, yalnız bir yazarın değil, bir dönemin hakikat anlatıcısının susturulması… Yıllar sonra geriye bıraktığı eserler, hâlâ bizlerin yüreğinde vatan sevgisinin ne demek olduğunu tasavvur etmekte…

“Ben hâlâ her şeyin düzeleceğine inanıyorum.””
(Canım Aliye, Ruhum Filiz, Ali, 2020)

1 Response

  1. tlover tonet dedi ki:

    I couldn’t resist commenting

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir