Bazen öyle bir duygu yaşarsın ki; kelimeler boğazında düğümlenir, nefes alamaz kalbinizin sıkıştığını hisseder bir an nefessiz kalıp ölecekmiş gibi hissedersiniz.
Bazen gözün öyle bir kararır ki önündeki en güzel anı göremez biran dünyan kararır, gündüzün geceye karışır sevdiğin bir cana dayanıp güç almak ister bedeninin girdiği girdaptan kurtulup nefes almak istersin ama olmaz sanki bir sıkıntı seni öylesine sarmıştır ki öleceğine bu dünyadan göçüp gideceğini hissedersin. Uzaklara. Çok uzaklara. Alabildiğine uzaklara. Kimsenin olmadığı, kimsenin sana dokunamayacağı kimsenin seni daha fazla üzemeyeceği uzaklara belki de bir daha hiç gelemeyeceğin çok uzaklara gitmek istersin.
Bazen bir arabaya binerek sonu görülmeyen bir yolda, rüzgarın serinliğini yüzünde hissederek, sonunu göremediğin bir yolda alabildiğince gitmek hatta uçarcasına gitmek istersin. Bazen de bir sahil kenarında, dalga sesleri arasında uzaklara çok uzaklara bakarak denizin gökyüzü ile buluştuğu noktaya kadar yürümek istersin.
Gitmek istersin buralardan uzaklara çok uzaklara. Kaçmak istersin kendinden bile, kendinin bile olmadığı uzak diyarlara gönül bağlarının buluştuğu diyarlar ülkesine. Uçmak istersin bir kanat takıp yorgun gönlüne özgürce özgürlüğe bağlarını koparmak istersin geçmişini geleceğini, bugünün, yarınını yada göbek bağını atmak istersin kendini bir yerlere henüz adı konulmamış adresi belli olmayan bağından kurtulup, nefes alabileceği diyarlar ötesine ama nereye nerede.
Bir gün denedim bilinmeyen bir yerlere gitmeyi, kaçmayı. Nefes almayı çok istedim. Yüreğime bastırdığım koskoca kaygıyı, bedenimi sarıp acı veren tasalarımı, boğazımda düğümlenen kelimeleri nefes almak istercesine bir yana atarak yeter diye bağırmak istedim.
İki evladım var. Bugünüm, yarınım. Geçmişim, geleceğim. Umudum Muradım. Canımdan can parçam gönül bağlarım. Şu hayatta tutunacağım ömrümden ömürlerine ömür katacağım yavrularım. Oğlum ve kızım. Onlarla birlikte hayat mücadelemiz devam ediyordu. İkisi de henüz genç buluğ çağını yaşayan çocuklardı. Kızım 20 yaşlarında hayata yeni atılmış gencecik bir kızdı. Onun tutunduğu tek dalı ben annesiydim.
Hiç unutmuyorum hastaydı ve onu doktora götürmüştüm. Canı çok sıkılmıştı benimse bir anne olarak yüreğim param parça olmuştu. Hastane çıkışında neden bunlar benim başıma geliyor diyerek, suçlu benmişim gibi kendisiyle daha fazla ilgilenmem gerektiğini söyleyerek sokakta avazı çıktığınca bağırarak ağlıyordu. Nefesim yettiğince ona o an nasıl bir anne olduğumu kendisini çok ama çok sevdiğimi onun için ne gerekiyorsa yapacağımı anlatmaya çalıştım. Kendimce bir savaş veriyor oysa o gençti ve kendinin haklı olduğunu savunarak bana kızıyordu.
Bir an geldi öyle bir anki bir annenin bittiği bir an bir annenin kendince yettiği halde evladı için yetemediğini düşündüğü bir an karşılık vererek evladını üzmemek için gözyaşlarını boğazında düğümleyerek oradan uzaklaşmak istedim. Arkamı döndüm ve yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm. Hıçkırıklara boğulmuş bir şekilde ağlayarak yürüdüm. Arkama hiç bakmadan yürüdüm. Canıma canımın parçasına yetememekten kendimi suçlayarak öylece yürüdüm. Sonra gelip bir dükkanın önünde oturup, hıçkıra hıçkıra avazım çıktığınca ağlamaya başladım. Başımı kaldırdığımda birisinin elinde bir bardak su ile bana yardım etmeye çalıştığını gördüm.
Lütfen ağlamayın.
Neyiniz var?
Size yardım edebilir miyim diye bir bardak suyu bana uzattı. Suyu can olsun diye içtim ve bir an arkama baktım. Arkamda yoktu. Allahım yavrum arkamda yoktu. Neden dedim neden neden yavrumu bıraktım geldim. Ben nasıl bir anneyim ki yavrumu arkada bıraktım da geldim diye geldiğim yöne koşmaya başladım. Hem ağlıyor hem de koşuyordum. Benim yavrum nerde diye. Saatler sonra onu bir parkta otururken buldum. Ağlıyordu. Gittim sımsıkı sarıldım çok korkmuştum.
Nerdesin dedi.
Sen nerdesin?
Sen nereye gittin?
Nasıl gittin?
Nasıl gidebildin dedi.
Çok üzülmüştüm bana söylediğin sözler canımı çok yakmıştı.
Uzaklaşarak, ağladığımı görmeni istemediğim için gitmek istedim dedim.
Gidemezsin dedi.
Gidemezsin.
Senin gitme gibi bir lüksün yok. Sen hayatta olduğun sürece her şartta ve her koşulda buruda yanımda olmak zorundasın.
Ben bir gün seni bırakıp gitsem bile senin gitme gibi bir lüksün yok.
Gidemezsin.
Hiçbir yere gidemezsin çünkü sen bir annesin.
Anneler gidemez gidemez anne dedi.
Evet sözün bittiği yerdi ve bütün kelimeler kocaman bir düğüm olup boğazıma oturmuştu.
Haklıydı hem de çok haklıydı.
O gün bir kez daha anladım evet bir anneydim ve Allah beni yanına alana kadar benim bir kere bile yavrularımı bırakıp gitme gibi bir lüksüm yoktu. Herkes bir yerlere gidebilirdi ama bir anne ne yaşarsa yaşasın hayat ona ne getirirse getirsin, ne kadar çaresiz kalırsa kalsın nefes aldığı sürece annelikten vaz geçip gitme hakkı yoktur. Olamazdı da asla ama asla olmayacaktı da.
Gün gelir her şeyden vazgeçebilirsiniz. Kan bağın kardeş olmaktan, arkadaş olmaktan, çok iyi bir dost olmaktan, kan bağıyla bağlı akraba olmaktan, hatta hatta gönül bağıyla bağlandığınız bir eş olmaktan birinin eşi hayat arkadaşı olmaktan vazgeçip arkana bakmadan gidebilirsiniz ama bir anne olmaktan birinin annesi olmaktan canından bir parça yavrularından asla vaz geçip gidemezsiniz.
Annelikte gitmek istesen de asla gidemezsin. Çünkü anne demek kalmak demektir. Kızımın da dediği gibi bir annenin gitme gibi bir lüksü yoktur.
Şükürler olsun ki yaradanıma beni annelik mertebesine uygun görmüş. İyi ki anne olmuşum. İyi ki evlatlarım var ve annelik duygusunu bana yaşatmışlar.
Ben anneyim.
Ben sizden hiç gitmedim.
Gidemem.
Gitmem….!
Fatma SAYILIR
Bir yanıt yazın