Tarihler 1918 yılını gösterdiğinde Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında Agamemnon zırhlısında Mondros Mütarekesi imzalanmış ve Türk topraklarında fiilen bir devletin varlığı kalmamıştır. Bununla birlikte, bu topraklarda büyük bir iktidar boşluğu kendini belli etmiştir. Saray’ın hükümetleri de, Milli mücadele önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün işgallere karşı direnişlerinin kesilmesini isteyerek teslimiyetçi bir bakış açısına sahip olduğunu açıkça belli etmektedir.
Topraklardaki iktidar boşluğunu kongreler doldurmaya çalışmışlardır. İlk olarak yerel halde bulunurlarken, tek vücut haline gelip ulusal kongre hareketi haline gelmişlerdir. Bu hareket Meclis-i Mebusan’ın toplanmasında ve ona bağlı bir hükümet kurulmasında ısrarcı bir tavır sergilemiştir. Böylece İstanbul’da son kez toplanan Osmanlı Meclis-i Mebusanı sadece Mustafa Kemal Atatürk tarafından çizilen Misak-ı Milli Beyannamesi’ni kabul edebilmiştir. İstanbul’un işgali ile birlikte de çalışamaz hale gelmiştir.
17 Mart tarihinde Kazım Karabekir’in de önerisiyle Ankara’da ulusal bir meclis toplanması kararı alınmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün niyeti, toplanacak meclisin rejimi değiştirecek kurucu bir meclis olmasıydı. Ancak uyarılar doğrultusunda daha ılımlı sözler ve amaçları söylemeyi yeğlemiştir. Böylece 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi kurulmuştur.
Sonuç olarak, Büyük Millet Meclisi milleti hukuken temsil etme niteliğinin yanısıra tek kişinin değil, bütün milletin devletin gidişatında ve yönetiminde tamamıyla söz alacağının göstergesi olmuştur. Hakların, kanunların, ve demokrasinin iki dudak arasından çıkan sözlerden ibaret olmayacağının, vatanın bütün fertlerinin ortak bir hareketle kendi kaderini çizeceğinin ilk adımı olmuştur.
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.” sözü gibi birçok sözünden anlaşılacağı üzere ülkenin evlatlarına verdiği değer ve önem, çağının ilerisinde boyutlarda olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk ulusal bayramını dünyada herkese örnek olacak şekilde çocuklara armağan etmesi de verdiği değeri kanıtlar niteliktedir. Ulusal egemenliğimizin başlangıcının 104. yılını doldurduğumuz bugünü en içten dileklerimle kutluyorum. Saygı ve özlemle.
Meraklısına Okuma Önerileri:
- Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi.
- Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi.
- Bülent Tanör, Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri.
ÜLGEN
Bir yanıt yazın