Kadının Dönüştürücü Gücü ve Ana Tanrıça Kültü
Kadın ne zaman yaratan, dönüştüren ve koruyucu bir kimliğe büründü? Bu soruların cevaplarını insanlığın kolektif hafızasında, binlerce yıl öncesine uzanan ana tanrıça kültünde aramak mümkün.
İlk insan toplulukları için toprak, doğuran ve besleyen bir güç olmuş, yaşamı vermiş zamanı geldiğinde ise yeniden içine alarak bir döngüsel düzeni tamamlamıştır. Toprağın dişil bir varlık olarak düşünülmesine neden olan bu döngü zamanla ‘Toprak Ana’ anlayışı ortaya çıkarmıştır. Başlangıçta soyut bir kavram olarak görülen bu güç, zamanla kutsal bir varlık haline gelerek tanrıça kimliğini kazanır.
Çatalhöyük’te Ana Figürlerin İzleri

Günümüz Konya il sınırları içinde yer alan Çatalhöyük, Neolitik dönemin en önemli yerleşimlerinden biri olarak kabul edilir. Burada yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kadın heykelcikleri, özellikle 6. tabakada belirgin bir artış gösterir. Karın, kalça ve göğüs detaylarının vurgulandığı bu figürlerin, dinsel bir işlev taşıdığı düşünülse de resim ya da heykelciklerin herhangi birinin tanrısal bir varlığı temsil ettiği kesinleşmemiş, Çatalhöyük kazı başkanı Ian Hodder, söz konusu figürlerin bir tanrıçadan ziyade toplumda saygı gören yaşlı kadınları betimleyebileceğini ileri sürmüştür. Çoğunlukla ev tabanlarında, ocak yakınlarında ya da tahıl depolarında bulunan heykelcikler, figürlerin yalnızca sembolik değil, günlük yaşamın da bir parçası olduğunu gösterir. Günümüzde Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen bu buluntularda henüz ‘Kibele’ adı kullanılmasa da, M.Ö. 6000’lere tarihlenen Çatalhöyük’teki doğum yapan, oturan veya hayvanlarla çevrili kadın figürleri, bu kültün en erken örnekleri olarak kabul edilir.
Hacılar’da Kadın ve Doğa İlişkisi
Kibele için önemli diğer yerleşim yeri ise Burdur’da bulunan Hacılar’dır. Heykeller genelde kilden, birkaç parçada taştan yapılmış, 6. Tabakada bulunan 45 figür gençlikten yaşlılığa geçen bir evre gözlemlenmiştir. Lynn E. Roller, burada bulunan heykellerin olağan dışı yapan ve çatalhöyükteki kadın figürleri ile benzer kılan iki faktör olduğunu söylemektedir. Birinci faktör, kadınların yırtıcı hayvanlarla ilişkilendirilmesi diğer faktör ise tarım ve tahılla ilişkilendirilmesidir. Bazı figürlerin ise tahıl ambarlarında bulunmasının sebebinin tarım ve doğurganlığın sürmesi arzusu ile ilişkilendirmesinin yanı sıra büyü için kullanılmış olabileceğini düşünmektedir.
Kibele: Anadolu’nun Ana Tanrıçası
Anadolu’nun en eski tanrıçalarından biri olan Kibele diğer ismi ile Matar, yani ‘Ana’ bu inancın temel taşlarından biridir. Nitekim Likyalılar kendilerini tanıtırken babalarının değil, annelerinin isimlerini kullanır; bu durum kadının toplumdaki kutsal konumunu gözler önüne serer.
Frigya’da Kibele Kültünün Yükselişi

Bilinenin aksine aslında Ana tanrıça kültü Neolitik dönemde değil, Frigler döneminde ortaya çıkmış gelişerek yunan ve Roma’yı da etkilemiştir. Frigyalı tanrıçanın bölgenin dinsel yaşamında M.Ö. 1. Bin yılına dek Anadolu’da ana tanrıça inancına işaret eden kanıt yok denecek kadar azdır.
Bu dönemde ‘Matar’ olarak adlandırılan tanrıçanın yanı sıra yine aynı isimde Midas, Baba ve Ateş gibi sıfatlar da kullanılmıştır. Kibele bu süreçte dağların, vahşi doğanın, hayvanların ve bereketin tanrıçası olarak kabul edilerek kutsal bir konuma yükseltilir. Onun için tapınaklar inşa edilmemiş,Dağ zirvelerinde kurulan açık hava alanları, tanrıçanın doğayla olan güçlü bağını simgeler niteliktedir. Hitit tanrısı Kubaba ile Kibele arasında ilişki kurulduğu düşünülse de, Frigya’daki kült doğrudan Kibele adıyla anılmamıştır. Bu kült, Frigler aracılığıyla Anadolu’dan Yunan ve Roma dünyasına özgün bir biçimde aktarılmıştır.
Yunan ve Roma’da Kibele’nin Dönüşümü
M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda Kibele adında daha canlı bir şekilde karşımıza çıkar. Ünü arttıça adı, görünümü ve geçmişi hellenleşmiştir. İsmi adak ve yazıtlarda pek sık geçmese de, edebi metinlerde yer almaya başlamıştır. M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren büyük ölçüde Yunan kültürüyle bütünleşen Kibele’nin Frigler’deki yırtıcı kuş sembolü, Yunan dünyasında değişmez yol arkadaşı ve gücünü temsil eden aslana dönüşür. Yunan mitolojisinde Kibele, Zeus’un annesi Rhea ile özdeşleştirilerek doğurganlık ve koruyuculuk özellikleri bu yeni mitolojik bağlamla bütünleştirilir.
Kibele kültü zaman içinde ritüeller açısından da değişime uğramış; herkese açık olan törenler yerini gizemli ve özel ayinlere bırakmıştır. Bu törenlerde tef, flüt ve zil gibi müzik aletlerinin kullanılması, ritüellerin coşkulu atmosferine işaret eder.
Mitolojik Bir Aşk: Kibele ve Attis
Kibele anlatılarında yalnızca bereket ve doğurganlık değil, trajik bir aşk hikayesi de yer alır. Tanrıça, ölümlü hizmetkarı Attis’e aşık olmuş Attis de Kibele’ye duygular besler ve ona sadakat yemini eder. Ancak Attis verdiği sözü tutamaz ve başka bir ölümlüye gönlünü kaptırır. Düğün günü Kibele’nin gelişiyle verdiği yemini hatırlayan Attis, büyük bir kedere kapılır ve kendine zarar verir. Acı içindeki Attis’in durumuna dayanamayan Kibele, onu bir çam ağacına dönüştürür. O günden sonra çam ağaçları her daim yeşil kalır; çam kozalağı ise Attis’in simgesi haline gelir.
Kibele’nin Roma’ya Yolculuğu
M.Ö. 218-201 yılları arasında Roma, Hannibal liderliğindeki Kartaca’ya karşı İkinci Pön Savaşı’nı sürdürürken, savaşın gidişatının kötüleşmesi üzerine Romalılar kehanet kitaplarına başvurur. Kitaplarda yer alan ‘Yabancı düşman ancak yabancı bir tanrının yardımıyla yenilebilir’ kehaneti doğrultusunda, Romalı rahiplerden oluşan bir heyet Kibele’nin kutsal taşı olan siyah meteoru almak üzere Frigya’nın kutsal şehri Pessinus’a (bugünkü Sivrihisar) gönderilir. Pessinus’taki rahipler, siyah meteoru Roma elçilerine teslim eder. (Bu taşın bir göktaşı olduğu düşünülmektedir.)
M.Ö. 204 yılında kutsal taş Roma’ya ulaştırılır. Ancak Roma kıyılarına yaklaşıldığında geminin hareket etmediği görülür. Kehanetlere göre, taşı şehre yalnızca en saf Roma kadınının sokabileceği belirtilir. Bunun üzerine Claudia adlı bir kadın seçilir. Hakkında çeşitli dedikodular bulunan Claudia, saçlarını gemiye bağlayarak karaya kadar taşır ve şehre getirir. Böylece Kibele Roma’ya kabul edilirken Claudia da kendi onurunu kurtarır. Taş, Palatin Tepesi’ne yerleştirilir ve Kibele adına bir tapınak inşa edilir. Magna Mater’in Roma’ya getirilişin ertesi yılında ise tarımın her yılkinden daha fazla bereketli olduğu söylenmektedir. Bu söylem, Frig ve Yunan’da tezatlık oluşturmaktadır.
Modern Zamanlarda Kibele’nin İzleri
Antik çağların kudretli tanrıçası Kybele, bugün yalnızca müzelerdeki heykellerde değil; toprağa kök salan kadınların direncinde, elleriyle üretenlerin emeğinde ve yaşamın yükünü omuzlayanların kalbinde yaşamaya devam etmektedir. Geçmişin mitinde değil, bugünün gerçeğinde nefes almayı sürdürüyor.
Bir yanıt yazın