Vatanın kurtuluşu ve rahatlığı için canını ortaya atan, cepheden cepheye koşan Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK bu çileli ve sonunda kurtuluşa erdiren mücadelesi esnasında birçok hastalığa yakalanmış ve yaralanmıştır. Bu hastalıklar ve yaralanmalar savaş meydanlarında yıllarca verdiği mücadeleler esnasında gerek bulaşıcı hastalıklar, gerek Osmanlı Devleti’nin tıpta ve lojistikte çağı yakalayamaması gibi birçok nedenden oluşmaktadır. Bunun yanında saatlerce savaşırken yemek, uyku ve sindirim gibi insanın en temel gereksinimlerini karşılayamaması, cesetlerin gömülememesinden kaynaklı sinek, böcek gibi varlıkların bütün siperlere kadar ulaşması, yaralanmaların ani ve steril ortamda tedavi edilememesi gibi savaşın bir bakıma “doğal” sonuçları da bu hastalıklara gebe olabilmektedir. Örneğin bir kaynakta: Sinekler, Temmuz’da bütün orduya yayılan, genellikle “Gelibolu Tırısı” veya “Gelibolu Galopu” olarak bilinen bir nevi, dizanteriye benzer, şiddetli ishale sebep oluyordu. Bundan yakasını kurtaran hemen hemen yoktu. Savaş muhabiri Charles Bean , Avustralyalılar hakkında söyle yazar: “Mısır’da görenleri etkileyen o koca gövdeler, şimdi sıskalaşmış, yüzler buruşmuş, avurtlar çökmüştü.” denmektedir.
Vatanın kurtuluşu ve rahatlığı için canını ortaya atan, cepheden cepheye koşan Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK bu çileli ve sonunda kurtuluşa erdiren mücadelesi esnasında birçok hastalığa yakalanmış ve yaralanmıştır. Bu hastalıklar ve yaralanmalar savaş meydanlarında yıllarca verdiği mücadeleler esnasında gerek bulaşıcı hastalıklar, gerek Osmanlı Devleti’nin tıpta ve lojistikte çağı yakalayamaması gibi birçok nedenden oluşmaktadır. Bunun yanında saatlerce savaşırken yemek, uyku ve sindirim gibi insanın en temel gereksinimlerini karşılayamaması, cesetlerin gömülememesinden kaynaklı sinek, böcek gibi varlıkların bütün siperlere kadar ulaşması, yaralanmaların ani ve steril ortamda tedavi edilememesi gibi savaşın bir bakıma “doğal” sonuçları da bu hastalıklara gebe olabilmektedir. Örneğin bir kaynakta: Sinekler, Temmuz’da bütün orduya yayılan, genellikle “Gelibolu Tırısı” veya “Gelibolu Galopu” olarak bilinen bir nevi, dizanteriye benzer, şiddetli ishale sebep oluyordu. Bundan yakasını kurtaran hemen hemen yoktu. Savaş muhabiri Charles Bean , Avustralyalılar hakkında söyle yazar: “Mısır’da görenleri etkileyen o koca gövdeler, şimdi sıskalaşmış, yüzler buruşmuş, avurtlar çökmüştü.” denmektedir.
Bu sorunlarla cephedeyseniz hangi rütbede olursanız olun karşılaşabilirsiniz. Buna ek olarak emrinde askerlerin olduğu, savaşın kaderini belirleyebileceğiniz onlarca çarpışma içinde kaldıysanız stresinizin olmaması mümkün değildir. Bunlar, dönemin tıbbının günümüzdeki kadar gelişmemesi ve aileden geçen hastalıkları da eklersek insanın ömrü boyunca hastalıklarla uğraşması pek doğaldır.
Geçirdiği hastalıklar ve travmalar daha küçükken başlamıştı. 4 kardeşini birden erken yaşta kaybetmenin acısını daha çocukluğunda yaşadı. Erkek kardeşleri Ahmet ve Ömer gibi küçük yaşta difteri ve kuş palazı geçirdi ve atlatmıştı.
15 yaşlarında askeri liseye başladığında sıtma hastalığına yakalanmıştı. O dönemlerde bu hastalık da ölümcüldü. Bağışıklık sistemi çok zayıflamıştı. Etkileri ömrü boyunca yakasını bırakmasa da bu hastalığı da atlatmıştı.
Trablusgarp’ta görevde iken harabeden düşen kireç taşı parçası şiddetle yüzüne çarptı ve ömrünün sonuna kadar sol gözünde kalıcı hasar bıraktı.
Suriye’de çöldeyken bir kum fırtınasına maruz kalmış ve ikinci göz rahatsızlığı burada nüksetmiştir.
Çanakkale Savaşı’nda Şarapnel Parçasının İsabet Etmesi
Atatürk Nutuk’ta bu durumu anlatıyor:
10 Ağustos 1915, vurulduğumun duyulması bütün cepelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumda kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.
1917’de Vahdettin ile birlikte Tümgeneral sıfatıyla Avrupa’ya gittiklerinde kronik olan böbrek rahatsızlığı nüksetmişti.
İkinci İnönü Savaşı’nda sol yanağında büyük bir çıban çıkmıştı. Osmanlı saltanatında ölümlere yol açan bu hastalıktan kurtulabilmişti.
1921’de Kurtuluş Savaşı esnasında atın ürkmesi nedeniyle düşerek 3 kaburga kemiği kırılmıştır. Daha beş gün sonra kaburga kemikleri kırık halde cepheye gitmiştir. Fotoğraf o cepheye aittir. Ayakkabıları delik ve yaralı adam memleketi kurtaran kişidir. Onu gören Halide Edip Adıvar, “Mustafa Kemal’i hiç bu kadar yorgun ve ümitsiz görmedim.” demiştir.
10 Kasım 1923’te doktorların raporlarına göre aşırı yorgunluk ve stresten kalp krizi geçirmiştir. Onu tedavi eden Refik Saydam’ın getirdiği morfin sayesinde kurtulmuştur. Daha iki gün sonra 2. kalp krizini de geçirmiştir. Ali Fuat Cebesoy gibi arkadaşları ziyarete geldiğinde “öteki dünyaya gidip geldim” dediği aktarılmaktadır.
Kalp krizleri maalesef ATATÜRK’ün peşini bırakmıyordu. Üçüncü kalp krizini de 1927’de Nutuk’u hazırlarken geçirmişti. Bu sefer çok acı çektiği ve kas gevşetici iğnelerle acıya dayanabildiği söylenmektedir. Krizden sonra iki kere de kalp spazmı yaşamıştır.
Gençliğinden itibaren kulak egzaması vardı. 1926’da Bursa’da kulak egzaması nüksetti. Bu sebeple sık sık kulak iltihabı geçirmiştir.
1936 yılının kasım ayında ateşi 39 olarak uyanmıştı. Bu sefer de zatürre teşhisi konmuştu.
1938’in ocak ayında vücudunda kaşıntı başlayınca Bursa kaplıca müdürü Doktor Nihat Reşat Belger’e muayene oldu. Siroz hastalığına ilk teşhisi burada konulmuştu.
ATATÜRK’ÜN SON GÜNLERİ
5 Eylül 1938 günü vasiyetini yazdı. Ertesi gün Dolmabahçe Sarayı’na gelen Fransız doktor Fissenger Atatürk’ün karnından tam altı litre su almıştı. 16 Ekim ağır bir komaya girdi. 5 gün boyunca sorun sürdü. Kötüleşen sağlığı Türk ve yabancı doktorların tedavilerine rağmen sonuç vermedi. ATATÜRK 10 Kasım 1938’de sabah saatlerinde aramızdan bedenen ayrıldı.
ÜLGEN
Bir yanıt yazın