KIRMIZI KUYU #hikaye I. BÖLÜM

KIRMIZI KUYU #hikaye I. BÖLÜM

Dağların arasında, gölün esintisine muhtaç, tepelerinde Türk bayrağının gururla dalgalandığı Müşküle köyü; surların ardında medeniyetin kurulduğu Osmanlı’nın ilk başkentlerinden İznik’e bağlıydı. Şairlerin kendine ilham kaynağı olarak gördüğü ufak bir köydü.
Bu sene kar altında çok fazla kaldıkları söylenemezdi. Köy halkı bu durumdan şikayetçi değildi. Karın görünüşü pamuk tarlasını andırsa da kendilerini karlı günlerde o tarlanın içinde varlığını sürdürmek zorunda kalan bir gelincik gibi hissediyorlardı.


Bu köyde duvarları yıkık olması nedeniyle savunmasız gibi görünen bir eğitim kalesi vardı. En azından okulun genç müdürü burayı bir kale gibi tasvir etmekten hoşlanırdı. Görünüşe aldanmamak gerekirdi. Binanın içerisinde tüm haşmetiyle cahilliğin en büyük silahı eğitim bulunuyordu. Bu silahı sonsuz bir şevk ve büyük bir azimle kullanacak öğretmenler de kalede yerini almaya hazırdı. 1927 yılında, ilk Mecliste milletvekili olan Müşküleli Halil İbrahim Ağa´nın desteğiyle kurulan bu köy okulu, Cumhuriyet´in bölgemizde açtığı ilk okullardan biriydi.
Okulun bahçesi daha da genişletilmiş böylelikle öğrencilerin koşup oynayabilecekleri daha büyük bir alanı olmuştu. Artık kullanılmayan eski bir kuyu da genişletilen alanın içerisinde kalmıştı. Belediye birkaç güne o kuyuyu tamamen kapatacaktı. Şimdilik öğrencilerin hiçbiri zarar görmesin diye üzerine geçici bir çözüm olarak tel bir örgüden yapılmış bir kapak konulmuştu.
Okulun mevcudu 34 öğrenci ve 2 öğretmenden ibaretti. Müdür gerekli hatırlatmaları yapmıştı, kimsenin kuyu etrafında dolaşmasını istemiyordu. Ama bu talimatı dinlemeyi pek tercih etmeyen macera peşinde bir iki öğrenci illa çıkıyordu.
Müdür, bir öğretmenin okula atamasının yapıldığı haberini yeni almıştı, ama onun sevincini o esnada maalesef arzu ettiği gibi yaşayamamıştı. Çünkü köyde başka bir haberin getirdiği acı hâlâ tazeydi.
Annesinin ölüm haberi okula geldiğinde Hasan okulun bahçesindeydi. Müdür, Hasan’ı üzeri geçici olarak kapatılan kuyunun başında dikilmiş halde bulmuştu. Onu kuyunun başından almak pek kolay olmamıştı.
Artık tüm gün boyunca Hasan, kuyunun başında bekliyor ve akşama kadar orada duruyordu. Bir tek teyzesi kalmıştı Hasan’ın. O daha üç aylık iken babasının şehit haberi gelmişti. Annesi eşini kaybettiğinde henüz on sekiz yaşındaydı. Kucağında Hasan ile hayatın zorluklarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Hayatta kalma çabasıyla köy ahalisinin de takdirini kazanan Hasan’ın annesine yine köylü gerekli desteği vermiş ve onu yalnız bırakmamıştı. Hasan idaresi zor bir çocuktu, bunun nedeni onun yaramazlığı değildi. Tam tersine sessiz ve sakindi. Bu içine kapanıklığı ve kimseyle iletişim kuramaması onu anlaşılması zor biri haline getiriyordu. Annesi o büyüdükçe onunla küçük oyunlar oynayarak onun zihnine girmeyi başarmıştı. İletişimi sadece annesiyle sınırlı olsa da en azından artık birkaç cümle kurabiliyordu.
Murat Öğretmen, okulun genç müdürü karşısında saygıyla kendini tanıttı. İlk atamanın getirdiği heyecanla hemen görevine başlamak istiyordu. Öğrencileriyle tanışma ve eğitim camiasında ona verilen sorumlulukları yerine getirme arzusu içerisindeydi. Okulu bulması düşündüğünden biraz daha zahmetli olmuştu. Karlı yollarda ilerleyiş ona tatlı bir meydan okuma da getirmişti.
Müdür, Hasan’ın durumu nedeniyle gelecek olan öğretmeni unutuvermişti. Murat’ın hevesli kişiliğinden memnun kalmıştı. Okulu ve bahçeyi gezdirirken yaşadıkları köy hakkında da bilgiler vermişti.
Hasan hemen Murat’ın da ilgisini çekmişti. Birkaç gün geçmiş, Hasan hâlâ okula gelir gelmez kuyunun başında soluğu alıyordu. Orada ne yapmaya çalıştığına kimse anlam verememişti. Murat’ın Hasan’ı dikkatle gözlemlemeye başladığını gören Müdür, hemen onun sormasını beklemeden öğrencinin kim olduğunu söyledi.
“O, Hasan’dır. Senin sınıfında. Birazdan teyzesi almaya gelir.”
“Neden diğer öğrenciler ile okuldan ayrılmadı?”
Köy okulu uzakta değildi. Öğrenciler tek başlarına ya da birlikte okula gelebiliyorlardı. Bu nedenle bir öğrencinin onu almaya gelecek olan velisini beklemesi Murat’ı şaşırtmıştı, bu durum iyice merakını celbetti. Yanıt olarak müdürün diyeceklerinin çocuğa olan ilgisini daha da artıracağına şüphesi yoktu.
“Normalde kendi başına okula gidip gelebilen bir çocuktu. Yakın zamanda annesini kaybetti. O zamandan beri değişen davranışlarına biz de anlam veremedik.”
“Peki, konuşmasında bir sıkıntı var mı?”
“Maalesef Hasan pek konuşkan bir çocuk değil. Kimseyle iletişim kurmaz. Okulumuzun kaynaştırma öğrencisidir.”
İyice merak etmeye başlayan Murat, Hasan’ın yanına doğru ilerledi. Sessizce kıpırdamadan duran Hasan’ın gözlerine bakmaya çalıştı. O gözlerde bir anlam arayışına girişti. Karşısında sanki bir ceviz ağacı vardı. Etrafında bir otun bile yetişmesine müsaade etmeyen bu ağaç gibi Hasan da bu dünyada kendi yalnız dünyasına çekilmeyi tercih ediyordu.
“Huu, Hasan. Hincik geldim. Bakıyom da gene buralarda kalmışın. Ah, yavrum, samıt oluvedi de aklı gitti anasının peşinden.”
Hasan’ın teyzesi, elinden geldiğince yeğeninin bakımını üstlenmişti. Zaten ondan başka da Hasan’ın bir akrabası yoktu. Neyse ki teyzesinin eşi, Hasan konusunda sıkıntı çıkartmamıştı ve ona evinin kapısını açmıştı.
Murat, bir süre daha Hasan’ı izledi. Teyzesinin onu zorla götürme çabası insanın yüreğini sızlatıyordu. Sanki Hasan orada bedeninden bir parçasını bırakıyormuş gibi gitmemek için ciyak ciyak bağırıyordu.
Müdür, arkalarından: “Birkaç güne düzelir diye umut ediyoruz ama bakalım zaman Hasan’a ilaç olabilecek mi?” diye konuştu. Murat da Hasan gibi sessizlik içerisinde kalmıştı, ne diyeceğini bilemeden müdürüne döndü.
“Seni Muhtar’ın yanına götüreyim. Sana ev konusunda yardımcı olacaktır. Hatta boşta bir evi vardı diye hatırlıyorum.” dedi Müdür ve böylece okuldan hep beraber ayrıldılar.
Muhtar, köy kahvesinde günlük gazetesini okurken bir yandan da sıcak çayını yudumluyordu. Murat Öğretmen’i samimi ve sevecen bir şekilde karşıladı. Müdür, Murat’ı muhtara teslim ettikten sonra yanlarından ayrıldı. Çay eşliğinde sohbet ederken Muhtar, köy hakkında Murat’a bilgiler verdi.
“Anadolu’nun güzide bir köyüyüz. Köyde kabri de bulunan Müşkül isimli bir dede varmış, yaşlılar köy isminin kaynağının o zat olduğunu anlatır dururlar.”
Onlar sohbet ederken birkaç köylü de Murat’a köyün meşhur üzümünden getirdiler. Kuru üzüm hâliyle bile üzüm şöhretinin hakkını veriyordu. Müşküle üzümü iri taneli ve bal aroması katılmış gibi çok tatlıydı.
Muhtar, Murat’a kalacağı evi göstermişti. Ufak da olsa Murat’a yetecek bir daireydi. İyi yanı evin eşyalı da olmasıydı.
“Ayın şavkı gece oldu mu, en iyi buradan izlenir, hocam. Memnun kaldıysan anahtarı vereyim hemen sana.” dedi muhtar. Akşam olmak üzereydi ve gerçekten de muhtarın dediği gibi açık gökyüzünde yıldızlar ve ay ışığı güzel bir manzara sunuyordu. Yeterince yorulmuştu ve başka bir ev daha gezecek mecali kalmamıştı. Anahtarı teslim aldı daha fazla düşünmeden. Her şey iyi gidiyordu ama Murat’ın aklı Hasan’da kalmıştı. Muhtara da o öğrenciyi sordu.
“He ya, Hasan iyi çocuktur. Sessizdir. Dilim pek dönmez, doktor onun için bir şey deyivermişti. Savant diye aklımda kalmış. Ama köyde deli diyene bakma sen, senden benden zekidir de belli etmez. Kendi hayal dünyasında dolaşır dururmuş. Bir tek annesi onun dünyasına giriverirdi, o da genç yaşta kalpten ölüverdi zavallı.”
Muhtarın sözleri üzerine Murat bütün gece telefonun çektiği kadarıyla internetten araştırma yapmıştı. Minicik ekranda gözleri yorulana kadar okuduklarını yanında getirdiği tek defterine not almıştı.
Ertesi günü okula gittiğinde Hasan’ın çoktan bahçede kuyunun başında yerini aldığını gördü. Önce Müdür’ün odasına girdi. Odada masanın üzerinde birkaç evrak duruyordu. Evraklardan bazıları Hasan ile ilgiliydi. Hasan’ın annesiyle çekilmiş bir fotoğrafı da vardı. Evde halının üzerinde renkli bilyeler ile annesi onunla oyunlar oynamaya çalışıyordu ama Hasan pek bilyeler ile ilgilenmiyordu. Fotoğrafta bile Hasan’ın sıradan bir zihne sahip bir çocuk olmadığı fark edilebiliyordu. Kaynaştırma dosyasında Hasan’ın durumuyla ilgili yazılanı görmesi Murat’a yaptığı araştırmaların doğru olduğunu göstermişti.
Müdür, Murat’ı fark ettiğinde: “Otizmli bir öğrenciye eğitimi için elimizden geleni yapıyoruz, ama özel eğitim biliyorsunuz, çok kolay değildir.” diye anlattı.
“Onun zihnine girecek kapıyı açacak bir anahtar lazım, zihnine bir kişi girebildi. Biz de bunu yapabiliriz,” dedi Murat. Vazgeçmeyecekti, belki yeterince deneyimi yoktu ama Hasan’ı yalnız bırakmayacaktı ve ona yardım etmenin bir yolunu bulacaktı.
“Ne yapacaksak çabuk olsak iyi olacak, Murat hocam. Yarın Belediye kuyunun üzerini tamamen kapatacak, o vakit Hasan’ı tutmak daha zor olacaktır.”
Okuldaki ilk gününü bütün gün aklı Hasan’da olarak geçirdi. Yeni dönem başı olduğu için öğrenciler daha bir heveslilerdi. Bir de yeni bir öğretmen merak kaynağı olmuştu. Derslerine bir önceki dönem giren öğretmen başarılı bir şekilde sınıf ile ilgilenmişti. O nedenle Murat, çok zorlanmayacağını düşünüyordu. Arada Müdür ve diğer öğretmenlerin çabasıyla Hasan’ı da derse sokmayı başarmıştı ama Hasan dersin ortasında sınıftan çıkıp yine kuyunun başına gidiyordu.
Ders bitiminde bahçede Hasan’ın teyzesinin gelmesini bekledi. O da kabul ederse etrafta başka öğrenciler yokken bir süre Hasan ile iletişim kurmayı denemek istiyordu. Neyse ki kadın bu konuda ona destekçi olmuştu. Tek sıkıntısı akşam yemeğiydi, akşamı çok geçirmeden eve dönmesi ve yemeği yetiştirmesi gerekiyordu.
“Merak etme, sizinkileri aç bırakmayız.” dedi Murat ve Hasan’ın teyzesine teşekkür etti.
Bir müddet Hasan’ı takip etti ve kuyu ile olan bağına anlam vermeye çalıştı. İsmine tepki verdiği söylenmişti, o da arada bir ona “Hasan” diye seslendi ama Hasan’ın bir tepki verdiği yoktu.

GEZGİN KEDİ

GEZGİN KEDİ avatarı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ağustos 2024
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031