Bu ifadeyi çokça duyar çok defa da telaffuz etmişizdir. Artık eskisi gibi hiçbir şeyin tadı tuzu manası yok bu konuda hepimiz hemfikirdir. Meyvesi, sebzesi, suyu, toprağı ve havası aynı değil. Ramazanlar da eski ramazanlar değil.
Aile yapıları bile geçmişten bugüne değişerek geniş aile yapısından toplumumuz içine kapanık çekirdek ilişkilerinin zayıfladığı, paylaşımların azalarak bitmek noktasına geldiği günümüzde insanlar kendilerini tüm çevrelerinden soyutlayarak kendi kabuklarında yaşamaktalar.
Sizlere çocukluğumdaki Ramazanları anlatmak istiyorum.
O zamanların imkanları ile günümüzün imkanları aynı değil. Bugün her şeye ulaşmak çok kolayken o zamanlarda her an her şeye ulaşılamıyordu. Ancak bana göre insanlar bugünlere nazaran daha mutluydu.
Biz geniş bir aileydik; annem, babam, kardeşim, büyükbabam, babaannem, amcalarım, halalarım, onların eşleri ve çocukları derken çok büyük bir aile oluşmuştu. Akşam olduğu vakit herkes kendi kapısını çeker ve evine geçerdi fakat aynı avluda, aynı sofrada toplanırdık. Hanımlar iftar ve sahur hazırlıklarını birlikte yapardı. Böylece büyük sofralar kurulur, yemekler birlikte yenilirdi.
Bizde sahurlar çok önemliydi. Her gece sahurdan önce hamur yoğurulur; gözlemeler, katmerliler, içliler ve yazma çörekleri derken otuz ramazan boyunca hamur işleri yapılırdı. Aynı sofranın etrafında çoluk çocuk hepimiz toplanır, tatlı iddialaşmalar yaşanır, “Ben 3 tane yedim, ben 5 tane yedim.” diyerek yarışırdık.
Sahurlarımız ayrı iftarlarımız ise ayrı bir güzel olurdu. İftarlarda bütün eş, dost ve akrabalar davet edilir; yer sofraları kurulur; çorbalar, ana yemekler ve salatalar ortaya konur; aynı tastan ve tabaktan kaşıklanırdı. Bir taraftan yemekler yenirken sofra başında sohbetler edinir, kahkahalar atılırdı. Sofrada yemekler kaşıklanırken kaşığın biri iner biri kalkar; kaşıklar birbirine çarpar ve şakır şukur ses gelirdi. İşte o ses mutluluğun ve huzurun sesiydi.
Ferhat R. KİBAROĞLU
Bir yanıt yazın