MUALLİM #hikaye

MUALLİM #hikaye

MUALLİM #hikayeMuallim

    Derin bir sarsıntıdan sonra anca gözlerini açabiliyordu. Gökyüzünün buz mavisi görüntüsünden başka bir şey göremiyordu. Sol tarafı yığınla kar ile doluydu. Sağ kısmına bakmaya çalıştığında boynunda tarifsiz acıyla karşılaşınca çok zorlamadı. Suretini tekrar gökyüzüne çevirdi.
Ne diye katılmıştı bu cenge? Köyde ona muallim diyorlardı. Çocukluk çağında misafire gelmiş komşularının tarlalarından getirdikleri çekirdeklerin çöplerini atabilmeleri amacıyla serilen gazete kağıdında “Öğretici Olmanın Kutsiyeti” başlıklı köşe yazısını okuyunca herkese “Ben muallim olacağım!” diye tutturmuştu. O zamandan beri bunun hayalini kuruyordu.
Şimdi yaptıklarıyla ne ilgisi vardı hayallerinin? Önce adını bilmediği ülkenin ve kralının kendi topraklarında gözünün olduğunu duydu, sonra da onlar buraların yeni sahibi olmasın diye kendisini öne atmak mecburiyetinde kaldı. Tıpkı bıyıkları mevzilerde terlemeye başlayacak olan diğer gençler gibi.
Ardından sen burayı savunacaksın diye emir verdiler. “Herhalde düşman kral buradan girecek topraklara,” diye düşünüyordu. Babası, evdeki tüfeklerini yaşı dolayısıyla vermediğinden hiçbir silah eğitimi olmadan gidiyordu. Silah kullanımını yolda onu götüren diğer gençlerin anlattığı kadarıyla biliyordu.
Cengin başlamasından bu yana aylar geçmiş; mevsim, kışın gideni geri getirmediği zamanlara gelmişti. Mevzide tanıştığı yaşıtlarının vücutları, kendisinde olduğu gibi soğuktan şekil değiştiriyor ve gıdasızlıktan çöküyordu. Yan yana haftalarını geçirdiği dostuna yön sormaz bir mermi isabet ettiğinde takatsizlikten bağıramamıştı bile.
Tarlaların verimli olduğu nadir yerlerden birinden geldiğinden direnci sağlam olanlar arasındaydı cephede. Bu yüzden onu komutan yardımcısı seçmişlerdi. O da bu rütbeden dolayı düşman kral buralardan geçerken onu vurabileceklerden sayıyordu kendini. Ancak karşıda bilmediği bir lisanda konuşup, yerini bilmediği topraklardan gelen bu kişilerin hepsi ya kendisinden birkaç yaş büyüktü ya da yaşıttı. Herhalde kral içlerinden biri değildi. Bu kadar genç olamazdı.
“Kralı vurmadan sana ölüm yok!” sözlerini söyleyip kafasını bir anda kaldırabilmişti. Vücudunda belirgin bir yara olup olmadığını kontrol etmek istiyordu. Bacaklarının başladığı yerden karlara karışan kanı fark etti. Yaraya göz attığında ayaklarının bağı çözülür gibi olmuştu. Olabildiğince incelmiş belinden başladığını fark ettiği ve karnında genişleyen iyice açılmış yarasını fark etti.
En son hatırladığı şey, birkaç saat içinde takviye geleceğini ve savaşı kazanmalarının an meselesi olduğunu söyleyen komutanının direnmeleri için cesaret verici konuşmalar yapmasıydı. Onun ardından da ormanın içinde yalnız başına birkaç düşmana karşı vuruştuğunu hatırlıyordu. İkisinin arasında ne olmuştu? Bilmiyordu. Buraya nasıl gelmişti? Düşmüştü herhalde. Düşerken de kendi silahı mı deşmişti kendisini? Hayır. Düşmanla çarpışırken süngüsünü üstüne aynı yerden birkaç kez sapladığını hatırlamıştı.
Takviyenin çoktan gelip kendisini arıyordu kesin. Eliyle bakmadan yokladığı silahını dik pozisyona getirip ona tutunarak kalkmaya çalıştı. Çocukken kırda yere düşüp elleriyle dikenli otları avuçlayarak ayağa kalktığından beri bu kadar acı hissetmemişti. Gözyaşları kalmış olsa, hepsini harcayabilirdi.
“Dayan oğlum, kral ölmüştür. Sana kalan şey; ayağa kalkıp takviyecileri bulmak, köydekilere yaşadıklarını anlatmak.”
Her ne kadar kendini gayretlendirmeye çalışsa da köydeki eski atlarından bildiği kadarıyla bir saati kalmıştı. Yıllardır hayalini kurduğu mesleği icra etmesi, ailesine dönebilmesi, kralın öldüğünü öğrenmesi bir saate bağlıydı.
Az önceki denemesinin acısının biraz dinmesini bekledi. Bu sırada boynundaki ağrısına alıştığından kafasını eğip yarasını inceliyordu. Kesmen dinmiş kanın arasında hareket eden bir şey görmüştü.

“Nereden geldi bu soğukta?” diye düşünürken geçen günlerde yedikleri bozuk yiyeceklerden olmuş olabileceğini düşündü. Ya da mayasız ekmeklerinden, kışa kadar her saniye rahatsız eden binlerce sinekten dolayı oldu. Belki de yanıt hepsiydi ve sayamadıklarıydı.
Kurdu yarasından nazikçe alıp karların içine attı. Ardından yine doğrulmaya çalıştı. Dizlerinin üzerinde durabilecekken dengesini kaybetti. Yüzüstü düştüğünden karnındaki yara dayanılmaz bir acıyla varlığını hissettirdi. Ellerini yumruk yaparak dizleriyle kendini sürümeye çalıştı.
Uzaklardan, kendi lisanında muzaffer olmanın verdiği huzurla yükselen haykırışları duyuyordu. Tüfeğiyle ateş ederek yerini belli ettirmeyi aklına getirdi. Kendini onlara duyurabilmek için tek bir atımlık kurşun belki de yeterliydi. Ancak cephanesinin kalmadığını fark etti.
Artık yapılabilecek yegane kurtuluş bağırmaktan geçiyordu. Bütün gücünü yeniden toplamaya çalıştı ve ardından “Yardım!” diye bağırdı. Sesinin elli adım ötesine bile gitmedi muallimin. Kar, bağırışında olduğu gibi kendisini de yutmuştu.

ÜLGEN

ÜLGEN avatarı

“MUALLİM #hikaye” için 2 yanıt

  1. Aytar Dergi avatarı

    Teşekkür ederiz. 🙂

  2. Adsız avatarı
    Adsız

    👏👏👏👍F. Ssyılır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şubat 2024
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
26272829