Sağ eli titremeye başlayana kadar yazmayı sürdürdü, en son saymayı bırakmıştı ama defterin yirmi altıncı sayfasında olmalıydı. Sürekli alt alta aynı cümleleri yazıyordu, artık ne için yazdığını bile hatırlamıyordu. Sanırım bir deney olarak başlamıştı her şey, bulanık düşünceler arasında yaptığı şeyi anlamlandırmaya çalışıyordu boş yere belki de. Artık durması gerektiğini kendisine hatırlatırken bir delinin günlüğü olabilecek edebi eserine bir yandan da göz atmayı ihmal etmedi. Son bir kez baktı ve defalarca yazdığı o cümleyi içinden okudu:
“BU SEFER KİMLİĞİMİ BULDUM…”
İçinden gülümsedi ve huzur içinde defterini kapatıverdi. Çekmecesine defteri kaldırmasıyla ofisine birisinin girmesi bir oldu. Takvimini bugün kontrol edememişti, ondan gelen kişi hakkında bir bilgisi yoktu.
Levent, ilk kez buraya geliyordu. O kadar inat etmiş olmasına rağmen bu desteğe ihtiyacı olduğunun farkındaydı artık. Sonuçta bu onu deli kalıbı içerisine sokmazdı ki, gittiği bir hastane değildi ve kendisi bir hasta olmayacaktı. Karşısındaki kişi bir psikologdu ve derdini paylaşıp kafasında çözemediği şeyler hakkında tavsiye alacaktı sadece. Kendisine bunun yanlış bir durum olmadığına inandırmaya çalışıyordu, yine de bir yanı bu kapıdan içeri adımı attığı anda ona kızıp duruyordu nedense.
Bir süre garip bir sessizlik yaşanmıştı. Levent, psikoloğun suratına bir süre bakamadı ve onun yerine masanın üstüne odaklanmıştı. Masa gayet derli toplu görünüyordu. Telefonu sağ köşede duruyordu ve yanında yapışık ikiz gibi duran bir mendil kutusu konmuştu. Telefonun parlak olmasından zaten o mendil kutusundan sürekli ıslak mendillerin eksildiği anlaşılıyordu. Anlaşılan psikolog biraz fazla titizdi. Ardından psikoloğun isminin yazılı olduğu levhaya gözleri takıldı. O da gülünç derecede parlaktı, adam her sabah onu da parlatıyor olmalıydı. Her harf özenle silinmiş gibiydi ve Levent levhanın üstündeki adı içinden birkaç defa söylerken buldu kendini: Psikolog Oktay Ateş.
“Hoş geldiniz” diye karşıladı psikolog gelen kişiyi ve masasının önüne özenle konmuş olan deri koltuğa buyur etti. Pencere kenarında duran psikologların simgesi sayılan yatmalı kanepeye daha geçmeyeceklerdi belli ki.
“Merhaba… İki gün önce telefonda konuşmuştuk… Ben şey… Bugün için…”
Sinir olmuştu kendisine, çünkü iki seneye yakın kekelemiyordu. Bunu atlattığını düşünüyordu, ama anlaşılan kekelememesinin tek nedeni heyecanlanabileceği bir ortama kendisini sokmayacak kadar çekingen bir hayat yaşaması olduğunu fark ediyordu o anda.
Psikolog her zaman ciddi davranırdı, gülümsemeyi ihmal etmezdi ama karşısındakinin kusurları karşısında tepki göstermezdi karşı taraf utanmasın diye. O yüzden gelen kişinin sözlerinde kekeme kısımları duymamış gibi davranarak konuştu o da.
“Takvimim bugünlerde çok dolu diye biliyorum. Ondan unutmuşum. Lütfen oturun öncelikle, bugün zaten biraz tanışma şeklinde geçecektir.”
Levent başka bir şey demeden, diyemeden daha doğrusu, gösterilen deri koltuğa oturuverdi. Kekemelik yapacağından korkuyordu ve dudakları kilit olmuş vaziyetteydi.
“Lütfen rahat olun, endişelenmeden konuşabilirsiniz” diye rahatlatmaya çalıştı psikolog hemen. Ama pek işe yaramıyor gibiydi sözleri. Karşı taraf korktuğu şeyin başına gelmesinden dolayı hem utanıyor hem de kendine kızıyor olmalıydı. O da başka bir yol denemeye karar verdi.
“İsterseniz önce ben konuşayım, eğer konuşmak isterseniz hiç çekinmeden beni durdurabilirsiniz.”
Karşı taraf başını salladı sadece, öneriyi kabul etmişti.
“Benliğimizde bazen oturmuş gibi duran karakter özelliklerimiz vardır, bunlar sürekli bizimle beraber anılarımıza yerleşirler, her anımızda bizimle olurlar. Mesela kıskançlığı üzerine yapışmış bir insan, bu karakter özelliğini her anında sergileyecektir. Bu basit bir örnek oldu farkındayım, ama ne demek istediğimi anlatıyor en azından.”
Psikolog karşı tarafın onu dikkatlice dinlediğinin farkındaydı, bu iyi bir gelişmeydi. Gelen kişilerin çoğunun dinleme problemi oluyordu. En azından huysuz biriyle karşı karşıya değildi. Sözlerine devam ederken çekmecesini açtı bir yandan da. En son koyduğu defterini görünce içi ürperdi. Onu görmemiş gibi davranarak çekmecede duran dosyalardan birini çıkarttı.
“Zihnimizde karanlık bir oda vardır. Anahtarı zihnimizin derinliklerinde kaybolmuştur. Hepimiz farkında olmadan ona ulaşmak isteriz. Orada yüzleşmek istemediğimiz şeyler vardır. Tüm benliğimizin karanlık taraflarını o odaya kapatırız. Ama insanoğlu meraklıdır, bir şekilde kendisine itiraf edemese de o anahtarı arar durur ömrü yettiğince.”
Konuşurken bir yandan da çıkarttığı dosyayı açmıştı ve anlattığı şeye örnek olabilecek bir vaka aramaktaydı.
“İşte bahsetmeye değer ilginç bir vaka! Size herkese göre normal sayılabilecek bir adamı göstermek istiyorum. Adı mühim değil. O da sıradan sorunlarını konuşmak için buraya gelmişti. Ama seanslarım esnasında zihninin en karanlık kısımlarına yolculuğa çıkmaya başlamıştık ve sonunda farkında olmadan kayıp anahtarı buluvermişti. O odayı açtığı anda artık iş benden çıkmıştı. Birilerine haber vermek zorunda kalmıştım.”
“Peki… adama ne oldu?”
Levent anlatılan şeylerin kendisiyle ilgisini çözememişti, ama karşı tarafı dinlemek hoşuna gitmişti. Hatta anlatacağı şeyin devamını merak ederken bulmuştu kendini.
“Şizofren teşhisi ile akıl hastanesine kaldırıldı. Demem o ki hepimiz aslında karanlık sırlar barındıran birer günahkarız. Sadece zihnimizde kayıp olan bir anahtarın karşımıza çıkıp çıkmamasına bağlı olarak karanlık benliğimiz ortaya çıkabiliyor.”
“Ne… ne demeye çalışıyorsunuz? Benim de anahtarı bulmama az mı kaldı?”
“Hayır, ben sadece ilgini çekmeye çalışıyordum. Bak, seni konuşturdum bile ve gayet akıcı konuşuyorsun. Kendinden sakın utanma.”
Levent gülümsemeyi beklemiyordu konuşmanın devamında. Yani psikoloğun anlattığı şey o kadar önemli değildi, o sadece sohbete katılması için ortaya bir konu atıyordu. Onu konuşturacak ya da merakta bırakıp soru sormasına neden olacak ilginç bir konudan bahsediyordu.
“Heyecanlandıkça olan bir durumsa eğer bu, sana önerim sen de konuşmalara dahil ol ve devamında göreceksin konuşmayı başlatan ve insanların dinlediği kişi sen olacaksın.”
Levent alt dudağını ısırıyordu, ama psikolog bunu iyi bir işaret olarak görüyordu. Yüreğinde bir şeyler çözülüyor gibiydi. Bu zamana kadar hep endişelenmiş ve korkuyla yaşamıştı. Bu da onda kekemelik olarak ortaya çıkıyordu. Herkeste bir başka şekilde ortaya çıkardı bu durum, kimisinin dudakları kendiliğinden atar, kimisini ateş basar, kimisinin bedeninin bir tarafı uyuşur ya da yüzünde bir yerlerde sinir bozucu sivilceler ortaya çıkar. Heyecanlanmak doğaldır, ama hayatımızda sırf bunu endişelendiğimiz şeylerle karşılaşmamak için bir bahane olarak kullanmak hatalıdır.
Levent’in gözleri pencerenin yanındaki yatmalı koltuğa kaymıştı, anlaşılan oraya hiç geçmeyeceklerdi. Psikolog da Levent’in nereye baktığını fark etmişti.
“O psikanaliz çalışmalar için kullanılır, senin durumunda sen yatmadan da konuşabiliriz.”
Levent bunun üzerine gülmeden duramadı ve bir bilgiyi daha öğrendikten sonra artık kalkma zamanının geldiğini düşünmüştü. Teşekkür etmek için elini uzattığında: “Buraya gelmeden önce gerçekten de endişeliydim. Sitenizdeki resminizi değiştirmenizi öneririm. Hem orada yaşlı duruyorsunuz hem de benim gibileri korkutuyorsunuz” diye takıldı.
“Sanırım haklısın. Ah, tabi daha adınızı bile hiç öğrenemedim. Takvime de bakmadığımdan hatırlayamadım da.”
“Levent Laleli.”
“Tanıştığımıza memnun oldum, Levent Bey. Sanırım bir başka daha seans istemeyeceğinizi tahmin ediyorum, ama ne sıkıntınız olursa olsun çekinmeden arayabilirsiniz.”
“Çok teşekkür ederim, Oktay Bey. Çok ilginç bir deneyim oldu benim için, bu şekilde aydınlanacağımı hiç beklemezdim. O karanlık odaya hiç adım atmam umarım.”
Levent mutlu bir şekilde ayrılıyordu oradan. Bu yüzden de ayakkabısına sonradan damladığını fark ettiği kana hiç dikkat etmedi ya da umursamadı bile. Bir daha buraya uğramayacaktı ne de olsa ve geride bıraktığı tatlı bir anı olarak hatırlayacaktı. Psikoloğun anlattığı kayıp anahtar zırvalarını pek anımsamayacaktı, ama hayatının geri kalanında bulunduğu ortamlarda ilgisini çeken bir konu olduğu zaman hiç çekinmeden muhabbete katılabilecekti. Psikolog bu endişelerinin yersiz olduğunu ona göstermişti ve bundan sonraki hayatında bir kere bile kekeleme sorunuyla karşılaşmamıştı. Psikoloğu da araması gerekmemişti.
Oktay Ateşli’ye ise gelecek olursak o Levent Bey ile telefonda konuşmuş ama hiçbir şekilde yüz yüze gelememişti. Masasının altında ölü bedeni Levent’in psikolog sandığı kişi ile olan seansı boyunca fark edilmeden durmuştu. Kendisini psikolog sanan ve bu kimliğe girmekte pek sıkıntı yaşamayan katili ise ofisinden ayrılmadan önce aynada kendisine bakıyordu.
Karanlık odasının kapısını açmış bu kişi, o odanın anahtarını bulmasına vesile olan kişiye akıl hastanesinden çıktığının ertesi günü bir ziyarette bulunmuştu. Her şeyin başında sıradan bir sohbet için gelmişti oysaki ama onunla olan konuşmaları yüzünden benliğindeki karanlık yönlerini keşfetmişti ve en sonunda bunu fark eden psikolog onu akıl hastanesine kapattırmıştı. Hastaneden çıktığı gibi de soluğu burada almıştı. Kimlik bunalımını ise bu şekilde çözeceğini hiç tahmin etmemişti ve anlaşılan iyi bir psikolog da olmayı başarmıştı. Artık bu sefer kimliğini bulmuştu…
GEZGİN KEDİ
Bir yanıt yazın